Ülkemizin tanınmış ekonomistlerinden Prof. Dr. Okan Veli Şafaklı ile uzman siyaset bilimci Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Evre KKTC’deki seçim sistemi ve Başkanlık sistemi hakkında Kıbrıs Arena’ya açıklamalarda bulundu.
Prof. Dr. Okan Veli Şafaklı’ya göre siyasi istikrarsızlık başta ekonomik istikrarsızlık olmak üzere ülkemizdeki birçok sorunun kaynağını teşkil etmektedir. Şöyle ki, sık sık hükümetlerin değişimi yönetimde istikrarsızlık yaratmakta bu ise ekonomik istikrar için gerekli ekonomik projelerin gerçekleşmesini akamete uğratmaktadır. Bunun yanında sık sık değişen hükümetlerin değiştirdiği devlet kadroları kurumsal kapasiteyi, hafızayı ve liyakatı bertaraf etmektedir. Bunun sonucunda ortaya çıkan ise malum KKTC’dir. Şafaklı’ya göre KKTC’nin girdiği bu kısır döngüden çıkış yolu yönetimde istikrar için başkanlık sistemine geçiş veya seçim sisteminde değişiklik yapmaktan geçmektedir.
Şafaklı’nın başkanlık sistemine geçiş veya seçim sisteminde değişiklik gerektiği argümanından hareketle bu konuda uzman siyaset bilimci Bahçeşehir Kıbrıs Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Bülent Evre’nin görüşlerine başvurduk. Evre ile yapılan 11 soruluk röportajın detayları aşağıdaki gibidir:
- KKTC’de yaşadığımız istikrarsız hükümet deneyimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Etkinlikten ve istikrardan uzak hükümetler, artık kronikleşmiş ve giderek ağırlaşan yapısal bir sorun haline gelmiştir. Siyasal istikrarı, hem demokratik istikrar hem de hükümet istikrarı olarak düşünebiliriz. 1974 sonrası dönemde demokratikleşmeye başlayan Kıbrıslı Türkler, Güney Avrupa’da cereyan eden ve “3. Dalga” olarak adlandırılan demokratikleşme süreçleriyle aynı döneme denk düşmektedir. Bugün ulaştığımız demokrasinin niteliği konusunda eksikliklerimiz olmakla birlikte, siyasal rejim bakımından, birçok gelişmekte olan ülkeden daha ileri bir seviyededir. Bu bakımdan istikrar sorunumuz, demokratik istikrardan çok hükümet istikrarı ile ilgilidir. 1976 yılından bu yana, 44 yılda 40 Hükümet, 1983 yılından beri de 37 yılda 35 hükümet kurulmuştur. Yani 1.1 ile 1.5 yılda bir hükümet kuruyoruz. Üstelik bugün 6 partili Cumhuriyet Meclisi içerisinden yeni bir hükümetin kurulup kurulmayacağı bile belli değil. İstikrarsız hükümet sorununun olduğu bir siyasal sistemde, hükümetlerden icraat beklenemeyeceği gibi, enerjimizin büyük bir kısmını da hükümet oluşumuna ve bürokrasiye yapılacak olan atamalara harcıyoruz.
- Peki, istikrarsız hükümetler nereden kaynaklanıyor?
Bunun birçok siyasal kültürel, yasal ve kurumsal nedenleri olmakla birlikte, KKTC’de yaşanan istikrarsızlık sorunları büyük ölçüde seçim sistemi, siyasal parti sistemi ve koalisyon hükümet modelinden kaynaklanmaktadır. Bunu biraz açmak gerekirse, 5/1976 Seçim ve Halk Oylaması Yasası, nispi temsil sisteminin bir versiyonu olan D’Hondt sistemini öngörmekte. Bu seçim sistemi, birçok siyasal partinin, parlamentoda temsil edilmesine cevaz verirken, temsilde adaleti büyük ölçüde sağlıyor. Ancak tek bir partinin, hükümeti kurmaya yetecek kadar parlamentoda bir çoğunluk elde etmesi de son derece zordur. Nitekim KKTC genel seçimlerine baktığımızda 1976, 1990 ve 2009 seçimleri dışında hiçbir partinin, tek başına hükümeti kuracak çoğunluğa sahip olamadığını görüyoruz. Dolayısıyla KKTC’deki hükümetlerin büyük bir çoğunluğu, seçim sisteminden kaynaklı koalisyon hükümetlerine dayanmaktadır.
- Koalisyon hükümet tipi kötü mü?
Aslında gerek sivil toplumda gerekse kamusal alanda yapılan koalisyonların, düşünsel ve deneyimsel anlamda insanı besleyen ve zenginleştiren bir yanı var. Dünyadaki başarılı koalisyon hükümetlerine bakıldığında, koalisyon ortaklarının aralarında etkin bir iletişim olduğunu, istişare ettiklerini ve uzlaşma arayışı içerisinde hareket ettiklerini görürsünüz. Ancak bu tür etkin koalisyon hükümetleri dünyada da özellikle Kuzey Avrupa ülkeleriyle sınırlı. Bizim gerek sosyolojik yapımızda gerekse siyaset kültürümüzde bu türden değerler cılız kalmıştır. Tam tersine KKTC’deki koalisyon anlayışı, aslında işbirliği ruhuna uymayan atomistik, ayrılıkçı ve kendi kendine yetermiş gibi eğilimler sergileyen her bir koalisyon ortağının, yetki ve sorumluluğu altında bulundurduğu Bakanlığın sevk ve idaresine dayanmaktadır. Başka bir ifadeyle, KKTC’deki koalisyon hükümetleri bir tür konfederasyon mantığını andırmaktadır. Dolayısıyla kurulan koalisyon hükümetleri, aslında bütünlükten yoksun ve çok parçalı bir yapıda ve etkinlikten uzaktır. Ayrıca partiler arası görüş ayrılıkları, uzlaşma arayışının yetersizliği, iletişim eksikliği, parti içi muhalefet veya seçim hesapları gibi birçok faktörden dolayı, bizdeki koalisyon hükümetlerinin ömrü kısa olmuştur.
- O zaman koalisyon hükümetlerinden kurtulmak için başkanlık sistemi bir çare olabilir mi?
Başkanlık sisteminin, dünyadaki uygulamaları ve Kıbrıs Türk toplumunun sosyolojik yapısı, hakim siyasal değerleri ve yönelimleri bağlamında ele aldığımızda potansiyel olarak avantajından çok dezavantajları ağır basmaktadır. Karşılaştırmalı siyaset bilimi literatürüne bakıldığında, başkanlık sisteminin en istikrarlı ve etkin işlediği ülke olarak Amerika Birleşik Devletleri dikkat çekmektedir. Sistemin sağlayabileceği avantajlar üzerinde durulurken, genellikle ampirik düzeydeki yegane referans noktası, ABD olmaktadır. Oysa Latin Amerika ve Afrika’daki başkanlık sistemi uygulamalarına bakıldığında, durum hiç de parlak görünmemektedir. Hemen yanı başımızdaki Güney Kıbrıs’taki başkanlık sistemi de buna dahildir. Orada başkanlığa aday olan kimse, seçilebilmesi için farklı partilerin desteğini almaya çalışmakta ve hükümetin oluşumunu da partilere göre şekillendirmektedir. Hükümetteki en küçük parti, başkana hükümetten ayrılma şantajıyla, çoğunluğa rağmen, istediğini yaptırmaya çalışabilmektedir.
- Başkanlık sisteminin KKTC için ne gibi sakıncaları olabilir?
Birincisi, başkanlık sisteminde, başkan, belirli bir dönem için halkın genel oyuyla seçilmekte ve görev süresi dolana kadar görevinin başında bulunmaktadır. Ne var ki bu uygulama dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi KKTC’de de bazı sıkıntılar yaratabilir. Sözgelimi artık halkın desteğini kaybetmiş, kişisel yönetime veya otoriterliğe çark etmiş olan bir başkan, süresi dolana kadar görevden alınamaz. Kurumsallığın yetersiz olduğu ve kişisel ilişkilerin baskın olduğu ülkemizde, başkanın, kişisel yönetime kaymayacağının hiçbir garantisi yoktur. En kurumsal ülkelerden biri olan ABD’de bile Trump Yönetiminin, sınırları ne kadar zorladığını ve kişisel yönetime kaydığını yakından gözlemledik.
İkincisi, katı bir güçler ayrılığı ilkesine dayanan başkanlık sisteminde, başkan ile yasamanın üyeleri, halkın ayrı oylarıyla seçildiğinden, ABD, Avrupa ve Latin Amerika deneyimlerinden de anlaşıldığı gibi ortaya bir “ikili meşruiyet” sorunu çıkabilmektedir. Ayrı oylarla seçilen başkan ve parlamento birbirlerine karşı meşruluk iddiasında bulunabilmektedir. Dolayısıyla sistemde işbirliğinden çok ayrılıkçı eğilimler ortaya çıkabilmektedir. KKTC kurumları arasında yeterli eşgüdümün ve işbirliğinin olmadığı düşünülürse, başkanlık modeline geçilmesi halinde siyasal sistemimizin bu türden ayrılıkçı eğilimlerle istikrarı ve etkinliğini tamamen kaybetme ihtimali ağır basmaktadır.
Üçüncüsü, başkan, yasamaya karşı sorumlu olmadığı için yasama ile yürütme arasında derin bir ayrılık ortaya çıkabilmektedir. Bu durum, özellikle başkan ile parlamentodaki çoğunluğu oluşturan milletvekilleri aynı partiden olmadıkları zaman görülmektedir. Ülkemizdeki iktidar-muhalefet ilişkilerine baktığımızda, tarihsel olarak çatışmacı bir kültürden görece uzlaşmacı bir kültüre doğru bir seyir izlediği söylense de muhalefet ile iktidarın birbirlerinin söylem ve eylemlerini hala kategorik olarak reddettikleri hakim bir siyaset kültürü geleneği bulunmaktadır. Böyle bir kültür içerisinde ise kuvvetle muhtemeldir ki başkan ile parlamentodaki muhalefet arasındaki ilişkiler gerginleşebilecek ve sistem kilitlenebilecektir. Başkanlık sisteminin bu bağlamdaki en büyük dezavantajı, yasama ile yürütme arasındaki çatışmayı giderecek hiçbir kurumsal mekanizmaya sahip olmamasıdır. Oysa parlamenter ve diğer karma sistemlerde olduğu gibi KKTC’deki sisteme göre yasama ve yürütme arasındaki muhtemel uyuşmazlık, ya hükümetin erken seçime giderek parlamentoyu feshetmesi ya da parlamento çoğunluğunun güvensizlik oyuyla hükümeti azletmesi gibi mekanizmalarla giderilebilmektedir.
Dördüncüsü, yürütmeden sorumlu olan başkanın kendisine yardımcı olmak için atayacağı bakanların, güçler ayrılığı ilkesince parlamento dışından atamak zorunda olmasıdır. Atanacak olan kişiler, kamuoyunun, hakkında bilgi sahibi olmadığı ve hiç tanımadığı, tamamen başkanın kendi yakın ve dar çevresinden olabilmektedir. Ülkemizde başkanlık sistemine geçildiği takdirde, bu uygulamanın sorun yaratmaya aday olduğu rahatlıkla söylenebilir. Toplumumuzun görece küçük olması ve rasyonel olmaktan çok birincil ilişkilerin halen hakim olması, bütün bir devlet mekanizmasının işleyişinde nepotizm ve patronaj gibi kayırmacılık sorununu beraberinde getirmektedir. Ülkemizdeki hükümet oluşumunda bakanlar -bazı istisnalar dışında- genellikle parlamentodan çıktığı için, kamuoyu tarafından bilinmekte ve seçilmiş oldukları için belli bir güvenirliğe sahip bulunmaktadırlar. Oysa başkanlık sistemine geçilmesi durumunda, toplumumuzda hakim olan kayırmacılık eğilimleri, muhtemelen hükümet oluşumunda da kendini gösterebilecektir.
Beşincisi ise güçler ayrılığı ilkesi uyarınca iktidar bölündüğü için başkanlık sistemlerinde çoğu zaman bir sorumluluk sorunu baş göstermektedir. Böyle bir durumda ise hesap verme ilkesi bulanıklaşmaktadır. Herhangi bir politika veya politikasızlığın başarısızlıkla sonuçlanması halinde, başkan ve parlamento sorumluluğu birbirlerine atabilmektedirler. Toplumumuzun sosyolojik yapısını ve hakim siyaset kültürümüzü dikkate aldığımızda, toplumsal olarak statümüzün devam eden belirsizliği ve başarısızlıklarımızın nedenlerini daha çok dışsal faktörlere atfetme eğilimimiz, siyasal aktörlerin istifa mekanizmasını henüz içselleştirmemiş olmaları gibi bir dizi tutum ve davranışın, başkanlık sisteminde rastlanan sorumluluktan kaçma gibi bir sorunu besleyeceği açıktır. Nitekim deneyimlediğimiz koalisyon hükümetlerinde de koalisyon ortaklarının, icraat yetersizliklerinin sorumluluğunu birbirlerine yüklemeleri bir tesadüf değildir.
- Başkanlık sistemi dışında, hükümette istikrarı sağlayabilecek bir mekanizma var mı?
Evet, var! Koalisyon hükümetleri yerine tek parti hükümet modelini denemek. Çok partili siyasal yaşamda tek partiye dayalı hükümet, yeterince deneyimlemediğimiz ve fırsat verilmesi gereken bir seçenek. Tek parti hükümeti, bütün sorunlarımızın anahtarı değil, ama etkin ve istikrarlı bir hükümetin kurumsal zeminini oluşturabilir. O bakımdan tek parti hükümetine yasal ve kurumsal dayanak oluşturacak bir seçim sistemine ihtiyaç vardır!
- Nasıl bir seçim sistemi önerebilirsiniz?
Temsilde adalet ve yönetimde istikrar bakımından, kısaca iki farklı seçim sistemi mantığından söz edebiliriz. Çoğunluk (dar bölge) seçim sisteminde, tek parti hem yasama hem de yürütmeyi kontrol etmeye yatkınken, nispi temsil sistemi çok partili bir sistem çıkarmaya ve azınlıkların temsil edilebilmelerini olanaklı kılmaya yatkındır. Avantaj ve dezavantajlar açısından bakıldığında, nispi temsil sistemi demokratik temsil bakımından daha adaletli, fakat gücü dağıttığı için hükümetin istikrarını garantilemez. Buna karşılık çoğunluk seçim sistemi, temsilde daha az adaletli olup, hükümet istikrarını sağlamaya daha yatkındır. Bu çerçevede KKTC için temsilde adalete halel getirmeden, hükümette istikrarı destekleyecek bir formül önerebilirim. Yani temsilde adalet bakımından nispi temsil ile hükümette istikrar için çoğunlukçu (dar bölge) seçim sistemi arasında bir formüle ihtiyacımız var. Bu formüle göre birkaç seçim modeli türetilebilmekle birlikte, takviyeli nispi temsil sistemi, koalisyon hükümet krizlerini geride bırakmak ve istikrarlı bir hükümet modeline geçebilmemiz için işlevsel olabilir.
- Takviyeli nispi temsil sistemini biraz açabilir misiniz?
Takviyeli nispi temsil sisteminde kural olarak, basit çoğunluğa sahip parti, meclisteki sandalyelerin 1/5’ini (10) alır, geriye kalan sandalyeler geçerli oyların %5’den fazlasını elde eden listeler arasında nispi temsil sistemine(en çok artık oya) göre paylaşılır. Buna göre önce seçim katsayısı bulunur ve siyasal partilerin aldıkları oy oranı, seçim katsayısına bölünür. Her partinin alacağı sandalye oranı tespit edilir ve birinci parti bonus olarak 10 sandalye alır; geriye kalan küsuratlı oy oranları da en yüksek olandan başlanarak, sandalyeler, partiler arasında bölüşülür.
Böylelikle giderek çok parçalı hale gelen Meclis, ılımlı çok partili yapıya kavuşur.
İstikrarsız ve etkinlikten uzak olan koalisyon hükümetleri yerine, istikrar ve etkinliğin kurumsal yapısını oluşturan tek parti hükümet modeline geçilir.
Tek parti hükümetiyle birlikte, siyasal sorumluluk ve hesap verebilirlik güçlenir.
İktidara gelen tek parti, programını uygulayabilecek vizyon birliğine ulaşmış olur.
- Takviyeli seçim sistemi, küçük partiler açısından dezavantaj yaratmaz mı?
Bu şekliyle bırakılırsa dezavantaj yaratabilir, ancak küçük partilerin ittifaklar yaparak ortak liste halinde aday gösterebilmelerinin önündeki yasal engelin de kaldırılması gerekiyor. Bu yasal engelin kaldırılması halinde, parçalı yapıdaki siyasal partiler, ortak çatı altında işbirliği yapıp, ortak liste halinde aday gösterebilecekler. Dolayısıyla siyasal yelpazedeki, örneğin sol ve sağ partiler kendi aralarında ittifaklar kurarak, birlikte temsil edilebileceklerdir.
- Mevcut seçim sistemimizde başka ne gibi değişikliklere ihtiyaç vardır?
Yasa yapıcılar, seçim sistemini, stratejik rasyonaliteye göre, kendilerine avantaj sağlayıp sağlamayacağına göre değerlendirebilirler. Ancak ülkedeki hakim siyaset anlayışından şikayet ediyorsak, bunu dönüştürmeye yönelik girişimlerin çeşitli alanlarda da ortaya çıkması gerekiyor. Örneğin karma oy verme şeklinin de kaldırılması, sadece seçimle ilgili değil, zihinsel önkabullerimizle de ilişkili bir meseledir. Mevcut seçim yasasında öngörülen karma oy verme şeklinin, iptal edilmesi; kişisel siyaset yerine, siyasal vizyonun ön plana çıkması; kişisel çıkar yerine, kamusal yarara dayalı siyasetin desteklenmesi; siyasal patronaj ve kayırmacılık yerine, daha adaletli bir siyaset anlayışının gelişmesi; birincil ilişkiler yerine, daha profesyonel ilişkilerin oluşması gibi eğilimleri eğilimleri, en azından yasal düzlemde besleyebilir.
- Daha somut olarak mevcut seçim yasasında hangi maddelerin değişmesi gerekir?
5/1976 Seçim ve Halk Oylaması Yasası’nın öngördüğü D’Hondt sistemi yerine, Takviyeli nispi sistem yönündeki değişiklik için seçim yasasının «Partilerle Bağımsız Adayların Elde Ettikleri Milletvekilliği(…) Sayısının Hesaplanması»nı öngören 136. Maddenin 1/i bendinde değişikliğe gidip, basit çoğunluğa sahip partinin, meclisteki sandalyelerin 1/5’ini (10) alıp, geriye kalan sandalyeler geçerli oyların %5’den fazlasını elde eden listeler arasında nispi temsil sistemine(en çok artık oya) göre paylaşımına dayanan kuralın derç edilmesi gerekir.
Karma oy verme şeklinin kaldırılması için 5/1976 Seçim ve Halk Oylaması Yasası’nın «karma oy» konusunda atıfta bulunduğu, Madde 3, 4, 5 ve Madde 136’da düzenleme yapılması gerekecektir.
Ayrıca siyasal parçalanma eğilimlerinin birleşmeye dönüşebilmesi ve farklı siyasal partilerin işbirliği ve ittifak yapabilmeleri için 5/1976 Seçim ve Halk Oylaması Yasasındaki 54. Maddenin, siyasal partilerin ortak liste haline aday gösterebilecekleri şeklinde düzenlenmesi gerekmektedir.