Tam arabayı park edeceğiz,
ileri geri derken, üç küçük çingene çocuğu göründü karşıdan..
Ama nasıl, frenleri patlamış gibi koşuyorlar çığlık çığlığa…
Ayakları çıplak, saçlar yoluk yoluk, üstleri yırtık pırtık, sokağın kirinden simsiyah olmuş küçücük yüzlerinde bembeyaz ter izleri..
İkisi kız,
biri oğlan.
Oğlan hepsinden küçük..
Niye bağırıyor ki bunlar dedim…
Sonra bir baktım hepsinin de elinde birer küçük rüzgar gülü. Ama yepyeni. Pırıl pırıl. Belli ki cadde üstündeki kırtasiyeci hediye etmiş .
Az önce vitrinde gördüydüm. Gelip bir anda arabanın etrafını çevirdiler, öyle ki manevra yapamıyoruz. En önde koşan cimcime var, belli ki lider o. Benim tarafıma geldi, yüzünü cama yapıştırdı bağırıyor.
Önce anlamadım ne dediğini, sürekli aynı şeyi tekrarlıyor. Para istiyor sandım, ne yalan söyleyeyim… Sonra bir de baktım ki, burnunu cama dayamış, gözlerimin içine bakarak , o incecik sesiyle :
“ Bana aferin de!”
“ Bana aferin de!” diyor.
Nasıl kararlı bir bakış o anlatamam size.
Dişleri tane tane muntazam, ama çürümüş. Gözleri çakmak çakmak. Elinde tüm yaşamı ona bağlıymış gibi tutuyor rüzgar gülünü. Bağırıyor :
“Bana aferin de! ”
Boğazım düğümlendi bir anda…
Camı açmayı filan akıl edemedim. “Aferin” dedim. Dudaklarımı okudu. Şok oldu. Bir daha , ama bu sefer bağırmadan “ Bana aferin de” diye tekrar etti, alt dudağı titreyerek. Avazım çıktığı kadar bağırdım bu defa gülerek,
“AFFERİN SANA..!”
Öbür kız da geldi yanına. O da bağırıyor aynı şekilde. Ona da bağırdım ellerimi coşkuyla çırparak. “Afferin. Afferin sana..!” Lider olan ,ufak oğlana döndü. Çığlık çığlığa “Aferin dedi, bana aferin dedi..” diye bağırmaya başladı zıp zıp zıplayarak.
Basiretim bağlandı, camı açıp bir başlarını okşasaydım, ya da inip bir kucaklasaydım diye düşündüm sonradan. Trafik tıkandı, gelenler oldu filan, gözden kaybettim oncağızları. Son hatırladığım, 4 yaşlarında, incecik boyunlu, kocaman kara gözlü oğlan çocuğunun, biri onlara nihayet aferin dedi diye donup kalmış, inanmaz gözlerle bakışıydı, sanki bir mucizeye tanık olur gibi..
Düşündüm sonra.. O minicik yüzleri, o bakışları, gözlerimin önünden gitmedi, gitmiyor çünkü… Bugün “kötüler” dediğimiz insanlar, işte bu sahipsiz, bu dışlanan, horlanan, hayatında en büyük mutluluk eline bir rüzgar gülü alıp koşmak olabilen, hayatında sırtı sıvazlanmamış, başı okşanmamış, “Afferim sana” denmemiş çocuklardan çıkıyor.
İyiliğin yüzünü görmüyor bu yavrucaklar. Ufacık yaşlarında hayat mücadelesinde ancak zorbalıkla istediklerini elde edebileceklerini görüyorlar.
İbni Haldun’un bir sözünü yeni okudum :” Coğrafya Kaderdir” demiş.
Belki de her şey bu kadar basittir. Bu güzelim vatan, dünya coğrafyasının bu mutena köşesinde olduğu sürece, zaman var oldukça, üstümüzdeki hesaplar kumpaslar bitmeyecek. Bir panzehir geliştirmemiz lazım bunun için. İyiler neden iyi, kötüler neden kötü diye sormamız lazım. Ve iyilere daha çok görev düştüğünü anlamamız lazım.
Bu coğrafyada, gün gelip size kötülük yapacak kişiler şu anda çocuk. Onları severek başlayalım mı işe?
Anne babası kötülerden bile olsa, iyi bir insanın gözlerindeki sevgi pırıltısıyla tanışmış, o aydınlık duyguyu tatmış bir çocuktan ümit kesilmez bence.
Şikayet etmek, gerginleşmek, huysuzlaşmak yerine belki de tam tersi yumuşamamız gerekiyordur.
Belki de mutluluk, elinde bir rüzgar gülü ile yokuş aşağı koşmak kadar basit ve detaysız bir şeydir.
Belki de birbirimize daha çok ve cömertçe
“Aferin sana.!”
dememiz gerekiyordur.
Kaderimiz olan şu coğrafyada ,
belki de panzehir “sevgi”dir.
Ne dersiniz?..
SEVGİ İYİLEŞTİRİR SEVGİYİ UNUTMAYIN…