Sol seçmen bugünlerde fena halde ikileme düşmüş durumda.
Polemik yaratarak ve mağdurları oynayarak kendine destek artırma gayreti içinde olan Mustafa Akıncı ile daha ılımlı bir çizgide kimseyle tersleşmeden, polemiğe girmeden derdini anlatmaya çalışan Tufan Erhürman arasında gidip geliyorlar.
Halen Cumhurbaşkanı olan Mustafa Akıncı Türkiye’nin seçime müdahale ettiğini, bugüne kadar hiç bu kadar ciddi müdahale yapılmadığını iddia ediyor, ama bu müdahalenin boyutunun ne olduğunu da bir türlü anlatamıyor.
Müdahale varmış!
Peki, neymiş bu müdahale, nasıl yapılıyormuş, niye yapılıyormuş, kimin leyhine yapılıyormuş, kimin aleyhine yapılıyormuş?
Orasını anlatan yok, sadece Türkiye’den birileri gelmiş de müdahale yapıyormuş!
Geçin bunları kardeşim, geçin!
Peki, geçen seçimde Derviş Eroğlu’nun oylarının aşağıya çekilmesi, Mustafa Akıncı’nın da aradan sıyrılıp da CB koltuğuna oturması için (aday olmayacağım diyen ama olan, her dediğinin tersini yapan) Kudret Özersay’ın da dahil olduğu ince manevralar yapılmıyor muydu!!!
Bal gibi yapılıyordu, tek sorun, o dönemde ne Derviş Eroğlu, ne de Sibel Siber bu konuları gündeme getirmediler, mağdurları oynamadılar, kol kırılır yen içinde kalır dediler, bizzat her ikisiyle de bu konuları defaeten görüştüğümde her ikisi de hoşnutsuz olmalarına rağmen mağdurları oynayıp da Türkiye’ye karşı toplumu bölmek istemediler, yaptıkları da doğruydu.
Bizdeki siyasi kafaların felsefesi şudur; Müdahale benden taraf olursa iyidir, yok bana karşıysa kötüdür!
Bir önceki seçimde kendisine fayda sağlayan müdahalelerle ilgili tek kelime etmeyen Sn. Akıncı, şimdi müdahale var, toplumu bölüyorlar diye çığlıklar atıyor.
Bu söylemlerin aslında tek bir hedefi var, o da hedef şaşırtarak toplumu bölmek, AKP karşıtlarını yanına çekmek, yapıldığını iddia ettiği şeyleri daha farklı bir algı yöntemiyle kendi lehine kullanmak…
Kısacası, toplumu bölüyorlar derken, sırf AKP’den hoşlanmıyorlar diye kendine inananları kendi tarafına çekerek, kendinden olanlar ve olmayanlar diye ayrıştırma gayreti içine giriyor.
Bunun adına algı operasyonu denir, toplum dizaynı denir, ki bir önceki seçimde de gayet başarılı olmuştu, bir daha farklı şekilde denemekten zarar çıkmaz, nasılsa artık kaybedilecek birşey kalmadı…
Bu yöntemler “kullanıcısına” her zaman kısmen başarı sağlar.
Peki, bunları bir tarafa bırakalım ve şu soruyu soralım; 5 yıllık Cumhurbaşkanlığı döneminde Sn. Akıncı toplum ve ülke faydasına ne yaptı, federasyon, barış, demokrasi laflarıyla donattığı masasında kimi doyurdu?
Beş senenin sonunda gerek Kıbrıs sorunu konusunda gerekse ülkedeki sorunlar bazında geldiğimiz nokta tam bir fiyaskodur, elde var sıfıra sıfır, beklentilerimizin tümü yerle bir oldu, sofradan tamamen aç kalktık!
Beş senede ülkenin sorunlarına ve Kıbrıs sorununa zerre zırnık katkı koyamayan bir Cumhurbaşkanı, neden ve hangi hakla tekrar tekrar şansını denemek ister!!!
Malesef ki Akıncı’nın seçim stratejisi de bunun üzerine oturtuldu, kafaları karıştırıp, korkular yaratmak, Akıncı olmazsa bu memlekete barış, anlaşma filan gelmeyecek, Türkiye bizi rahat bırakmayacak, sürekli herşeye müdahale edecek, Akıncı’yı seçerek Türkiye’ye de bir ders verelim mesajını bilinç altına yerleştirmek…
İşte bu noktada solun, özellikle de ılımlı sol kesimin kafası bu konuda fena halde karışmış durumda.
Daha ılımlı bir yaklaşım sergileyen Tufan Erhürman mı, yoksa kaybetmeye adım adım yaklaştığını farkettiği için daha hırçın, daha popülist ve radikal bir tavır sergileyen, duygu sömürüsünden ve Türkiye’nin hatalı politikalarından ve söylemlerinden medet uman Mustafa Akıncı mı?
Bana göre Sn. Akıncı’nın Kıbrıs Türk siyasetinde tek bir başarı hikayesi yoktur, Lefkoşa belediye başkanlığı dönemi de, ki o da Kuzey Kıbrıs’ın ganimetten kaynaklanan en müreffeh ve hazıra konulan dönemiydi, bir başarı hikayesi değildir, sadece 74 sonrasında doğan bir fırsattı, iyi kötü değerlendirildi, hepsi o kadar.
TKP’nin başına geçtiğinde 15-16 milletvekili olan, memleket siyasetinde ciddi ağırlığı olan bir partiydi, bıraktığında ise nerdeyse bir tek kendisi kalmıştı, parti resmen eriyip gitmişti, TKP’yi destekleyenler de farklı arayışlar içine girmişler ve on parçaya bölünmüşlerdi, bir kısmı da CTP’ye gitmişti.
TKP bu hallere gelirken kendisinin izlediği siyaset acaba “siyasi bölücülük ve bencillik” kavramlarıyla ne kadar uyuşuyordu, varsın buna da okuyucu karar versin.
74’den sonra 46 sene bu toplum sadece ganimet ve partizanlık temelinde geliştirilen çürük ve hamaset kokan bir siyasi anlayışla yönetildi, bir de parti içinde rakiplere karşı estirilen terörle yönetildi.
Parti içinde gücü ele geçirenler rakiplerine resmen terör estirdiler, ama bunu yaparken de dillerinden demokrasi, barış, huzur, artık kendi ayaklarımız üzerinde duracağız, bırakın da büyüyelim falan filan laflarını hiç düşürmediler.
Peki bu gidişatta, 46 yıl boyunca özellikle Sn. Akıncı’nın da son temsilcisi olduğu siyasi nesil gerçekte bu topluma, bir taraftan hamaset ve duygu sömürüsü kokan laflarla günü geçirirken, diğer taraftan ise partizanlık, bölünme, bencillik, nefret, avanta, horlama, ötekileştirme, düşmanlaştırma, şeytanlaştırma, göç kavramlarını iliklerine kadar işlemekten başka ne verdi???
Hiç, kocaman bir hiç, bu yüzden de tüm maddi ve manevi değerlerimiz yerle bir oldu.
Ben bu saatten sonra bu ülkeye ve topluma tam 46 yıl kaybettirenlerde hiçbirini karşımda veya yönetici koltuğunda görmek istemiyorum, dedem gördü, babam gördü, ben gördüm, hepimiz ağzımızın payını aldık, bari çocuklarımız bunları görmesin, bunların çağdışı, hamaset kokan zihniyetleriyle büyümesin…
Kıbrıs Türkü kendi arasında parçalanıp da birbirini yerken, Türkiye’nin gelen giden iktidarları, Kıbrıs konusunda tonla hata yapmış olsalar da, Kıbrıs Türkünün yaşamına ciddi katkılar koydu, memleketin altyapısına olabildiğince katkı koydular, bütçesine katkı koydular, projelere katkı koydular, eğitim sistemine katkı koydular, çoğumuz Türkiye üniversitelerinde okuyarak meslek sahibi olduk, sağlık sistemine katkı koydular, halen de, öyle ya da böyle koyuyorlar.
Peki hatalar yapmadılar mı, yaptılar, hem de katmerlisinden yaptılar, çoğu zaman kaş yapayım derken göz de çıkardılar, ama bunu kendi kendilerine de yaptılar ve yapmaya da devam ediyorlar.
Nüfusun yüzde seksenine haritada Kıbrıs’ın yerini sorsan bilmez, gösteremez, bu gibi konularda trajikomiklikte sınır da tanımayız, çünkü cehalet denen kötülük halen her yerde, her tarafımızda.
Ancak bütün bunlar bir gerçeği değiştirmiyor, biz birbirimize kandan da candan da bağlıyız ve bu topraklarda nesillerimiz yaşadıkça, bu gerçek de değişmeyecek.
Peki Türkiye’nin gelen giden iktidarlarının yaptığı ve çoğu cehaletten kaynaklanan hataların beş beterini biz kendi kendimize bencilliğimizden, harisliğimizden yapmadık mı?
Değil beş beterini, bin beterini yaptık, canı ciğeri bir kuruş etmeyen ne idüğü belirsizleri, ki has be has Kıbrıslıdırlar, bu memlekette tepemizde bindirmedik mi!!!
Ha cehaletten kaynaklanan hatalar zinciri, ha harislikten, bencillikten, basiretsizlikten kaynaklanan hatalar zinciri…Ne farkeder?
Biri kötü de öteki değil mi!!!
Biz çıkar kavgalarıyla birbirimizi parçalarken, bu küçücük ülkeye her türlü kötülüğü doldururken bize bütün maddi ve manevi değerlerinizi yerle bir edin diyen Türkiye mi oldu!!!
Hade dedi diyelim, Allah akıl verirken biz hangi kapının arkasında saklanıyorduk, kafamızı hangi deliğe sokuyorduk ki bu kadar çirkinleştik, bu kadar bencilleştik, bu kadar harisleştik, bu kadar kötüleştik!!!
Memleketin çakma solcularının, çakma sosyal demokratlarının, çakma insan havarilerinin, çakma barış havarilerinin gelinen son noktada ne kadar çirkinleştiklerine ve kimi hangi yöntemlerle desteklediklerine, kendi kafalarında olmayan herkese nasıl bir kin ve nefretle, nasıl bir terbiyesizlikle saldırdıklarına, terbiyesizliğin kitabını nasıl yazdıklarına bakın, bu memleketin ve toplumun esas sorununun kaynağını göreceksiniz.
…………………
Gelelim HP’ye, iki senede iki tane hükümete girdi, ikisini de bozan taraf oldu!
Marifete bak, hizaya gel…
Ayağının tozuyla siyasete gir, milletin aklıyla, yüreğiyle, duygularıyla alay et, koltuğa oturduğun günden beri elinin altına aldığın bakanlıklarda fiyasko üstüne fiyaskoya imza at, hatta beceriksizliklerin bu ülkenin çocuklarının canına da mal olsun, muhalefetteyken dediklerinin tam tersini iktidarda yap (bu kadarını anladık, çünkü herkes yapıyor), sonra da kıytırıktan bir bahaneyle ve siyasi gaylelerle memleketin en sıkıntılı döneminde hükümetten çekil…
Bu saatten sonra HP’nin gideceği tek yer “mahalledir”…
Bu halk elbette bunun hesabını sorar, hem de ilk fırsatta, önümüzdeki Pazar gün sandıkta sorar.
Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner…
Artık yapılacak tek birşey vardır, bir an önce mevcut saçma sapan seçim sistemini değiştirip, en kısa sürede erken seçime gitmek ve eteklerdeki bütün taşları silkelemek.
Bu ülkenin siyasetinde iki siyasi parti gerçeği vardır, o da UBP ve CTP’dir.
Arada belki YDP kendine has oluşumuyla bir başka alternatif olabilir.
Bu saatten sonra CTP artık TDP’ye ve temsil ettiği çevreye destek olmayı, koltuk değneği görevi görmeyi bir tarafa bırakmalı, kendi değerlerine sahip çıkmalı, UBP’nin tek gerçek alternatifi olduğunu topluma ispat etmelidir.
UBP de en büyük parti olması vesilesiyle, memleketin yüzde 35’i nasılsa cepte keklik diyerek rehavete kapılmamalı, 46 yıllık kokuşmuş düzeni artık değiştirmek için kolları sıvamalıdır.
Ersin Tatar Cumhurbaşkanı seçilirse, UBP’liler ne der bilmem ama, yerine gelecek iki ciddi ve kendini ispatlamış alternatif vardır, biri memleketin en zor döneminde maliyeyi ve ekonomiyi sırtlayan Olgun Amcaoğlu, diğeri de pandemi nedeniyle tam anlamıyla batağa sürüklenen çalışma hayatını olabildiğince düze çıkaran Faiz Sucuoğlu’dur.
CTP’de ise Tufan Erhürman Cumhurbaşkanı seçilirse, bu kez parti içi demokrasi çalıştırılmalı, Erkut Şahali gibi hem iş bitirici, hem analitik yetenekli, hem de iletişim kapasitesi yüksek insanlara da artık fırsat tanınmalıdır.
46 yıllık süreçte cemaatlaşan, tarikatlaşan, partizanlıktan fena halde kokuşan ve ülkenin ve toplumun başına ciddi ciddi bela olan, hatta bütün dertlerin ortak sebebi olan parti terörü de artık son bulmalıdır.
Bu seçim, yeni bir başlangıç için gerçekten de iyi bir fırsattır.