İdeal Aday!
İki haftaya kadar memlekette Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılacak.
İşin doğrusu, bu seçim geçim derdinde olan ve pandeminin bozduğu psikolojisiyle herkesi virüslü öcü görmeye başlayan sıradan halkın zerre kadar umurunda değil.
Muhtemelen, motivasyonunu nerdeyse tamamen kaybetmiş seçmenin yarısından fazlası da sandığa gitmeyecek.
Neden gitmeyecek?
Pandemiden dolayı mı, yoksa ideal aday yok diye mi!
Siyasi ideoloji saplantısı nedeniyle partizanca tercih edilecek aday profilini bir tarafa bırakırsak, eğer tüm bu adaylar arasında toplumun kafasında “ideal aday” budur algısı oluşsaydı, halk pandemiye rağmen yine koşa koşa sandığa giderdi, ama o ideal aday algısı malesef ki şu an itibarıyla kimsenin kafasında oluşmuş değil.
Birkaç gerçekten bağımsız ve bağlantısız adayın haricinde, geriye kalan tüm adaylar parti başkanları veya parti bağıntılılar…
Tufan Erhürman, CTP’nin adayı…
Ersin Tatar, UBP’nin adayı…
Erhan Arıklı, YDP’nin adayı…
Kudret Özersay, sözde bağımsız aday, HP’nin bağıntılı adayı…
Serdar Denktaş, sözde bağımsız aday, DP’nin bağıntılı adayı…
Mustafa Akıncı, sözde bağımsız aday, TDP ve TKP’nin bağıntılı adayı…
Gerisi görünüşe göre bağımsız ve bağlantısız adaylar.
Sloganlarına bakıyorsunuz, demode desem, demode kavramına hakaret olur.
8 yaşındaki kızıma soruyorum, “Sen Cumhurbaşkanı adayı olsan nasıl bir slogan seçerdin”!
Cevap tam kapak; “Baba işim gücüm yok da Cumhurbaşkanı mı olacağım, hem ne işime yarar ki!”
Sahi, Cumhurbaşkanı olmak ne işe yarar, kimin işine yarar!!!
46 senedir, koltuğu tutana ve çevresindeki zümreye sağladığı maddi ayrıcalıklar haricinde, kimin ne işine yaramış, topluma ne fayda sağlamış, ne hizmet görmüş!!!
Cumhurbaşkanlığı makamının tek bir gerçeği var, o da maddi götürüsü ve o makamı tutana canı isterse hükümetten farklı bir ses çıkarma fırsatını vermesi, kapışma, didişme, ideolojik kavga fırsatı yaratması, hepsi o kadar…
Diğer taraftan, her Cumhurbaşkanlığı seçiminde parti başkanlarını aday gösterme saplantısı bize has bir durum!
Sanki parti başkanı olmak demek Cumhurbaşkanlığı meziyetlerini taşıyor olmak demek!
Parti başkanlarından başka bu işi yapabilecek insan yok mu?
Var, hem de fazlasıyla var, ama bizdeki saplantılı, tarikatlaşmış ve cemaatlaşmış boyuttaki siyaset buna izin vermez.
Cumhurbaşkanı ille de partili olacak, lafta da tarafsız olacak!
İlle de koltuğu elinde tutanlar bir adım daha ileri gidecek, gerisi de tarikat düzeninde olduğu gibi, sorgulamadan peşinden gelecek.
Peki, bu şekilde gele gele nereye geldik?
Yerin dibine geldik, yerin dibine girdik…
Zamanında Denktaş koltuğu bırakmamak için akıl almaz bir direnç gösterdi, günün sonunda kırıla döküle o koltuktan ayrıldı.
Hiçbir zaman yüreğinde ve kafasında federasyonu kabul etmese de, her ikide bir ağzına ne kastettiği tam anlaşılamayan “egemen eşitlik” lafını alsa da, gitti masaya oturdu ve federasyonu görüştü.
Yerine gelen Talat da aynısını yaptı, sürekli Rum tarafının tutumundan şikayet etti ama federasyonu görüştü.
Eroğlu hep KKTC’nin varlığını savundu, ama Cumhurbaşkanı olunca gitti federasyonu görüştü, üstelik de 11 Şubat belgesi gibi önemli bir belgeye de imza attı, Kıbrıs Türk halkının adada eşitlik temelindeki haklarını bir daha tescilledi.
Akıncı hep federasyonu savundu, ama Eroğlu’nun imzaladığı 11 Şubat belgesinden sonra tek bir milim ilerleme sağlayamadı, Cumhurbaşkanlığı döneminde Rum tarafıyla didişmekten çok AKP ile didişti, durdu.
Akıncı’dan önceki Cumhurbaşkanlarının yıldızları da zaman zaman Türkiye ile barışmadı, özellikle de Denktaş’tan sonra Talat ve Eroğlu’nu da eskiten AKP ile zaman zaman ipler gerildi.
Ancak iplerin gerilmesi, Akıncı döneminde olduğu kadar hiç olmadı.
Bu arada, kendini Akıncı’nın havarisi ilan eden bir avuç çakma solcu ve çakma sosyal demokrat tip de kendi kafalarında olmayan herkese akıl almaz bir kuduruklukla saldırmaya, sosyal medyayı küfür cehennemine döndürmeye, aşağılık komplekslerini ve bastırılmış dürtülerini bu şekilde dışa vurmaya başladı.
Bu da, Akıncı’nın da tepkisini çekmesine rağmen, Akıncı’ya güvenini kaybetmiş, ama halen kısmen de olsa sempati duyan insanların tepkisine neden oldu, bu tepki sandığa da belli ölçüde yansıyacak, kaçarı koçarı yok.
Peki bunca gürültü arasında halkın ideal adayı kim, ya da halkın ideal adayı var mı?
Hiç kimse, ideal aday filan yok!
Sadece partili adaylar var, partiler üstü bir aday yok!
Partili adaylardan hiçbirinin de bugüne kadar toplum ve ülke menfaatine dişe dokunur bir faydası yok, dikkate değer bir başarı hikayesi yok.
Şu anda Cumhurbaşkanı olup da tekrar aynı makama aday olan Cumhurbaşkanı Akıncı’nın da yok.
Peki bu şartlarda ideal aday kim olacak, halk sandığa kimin için gidecek?
Dikkat ederseniz, menfaat ve para düzeninden, algı yönetiminden başka hiçbir halt olmayan anket müsveddelerinin hiçbirinde de “bu seçimde ideal adayınız var mı” diye sorulmuyor, sadece kime oy verirsiniz diye soruluyor, cevap da cevabı verenin kafasına o anda en yakın hangi adaysa, o oluyor.
Bu seçimde ideal aday filan yok, sadece boyunun ölçüsünü alacak adaylar var, bir tanesi de zoraki olarak Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturacak, o da muhtemelen Ersin Tatar olacak.
Aklımın almadığı şey ise şu; Aklı başında olduğunu düşündüğüm insanlar bile kendinden başka kimseye hayırı olmamış bir adayın arkasından körü körüne, saplantılı bir şekilde, sorgulamadan gidebiliyor…
E, o zaman bu memleketi ha bir tarikat şeyhi yönetmiş, ha partili Cumhurbaşkanı…
Farkı ne bunun, her ikisinin de ardından tarikatının, cemaatının üyeleri körü körüne gidiyor…
Aralarındaki tek fark kılık kıyafetleri, ki birbirlerini rakiplerinden ayrıştırdıkları tek nokta da burası…
Bu ikilem arasında, hadi gelin de sandıkta ideal adayı bulun!
İsterseniz sandığı dibine kadar kazıyın, belki bulursunuz J…
Diğer taraftan, millet koltuk derdinde koştururken, arada bir kişi de hepsinin yükünü omuzlamış gidiyor…
Bu kaos ortamında Maliye Bakanı Olgun Amcaoğlu ter ter tepinerek memleketin kevgire dönmüş bütçesinin deliklerini tıkamak, maliyenin çarklarını döndürebilmek için uğraşa dursun, gerisi kendi menfaatinin derdinde…
Şu Olgun Amcaoğlu yalancıktan biraz korona filan olsun ve bir hafta evde istirahate çekilsin, siz seyredin geriye kalanların nasıl morona olacağını, hem da mosmorundan morona…
Geldiğimiz günde bütün hükümette, hatta bütün Meclis’te, hatta bütün memlekette esas yükü yiyen bir kişi ve ekibi, gerisinin ise tuzu kuru, hem de kupkuru…
Bu noktada biraz sesli düşünelim, Tatar Cumhurbaşkanı olursa, mesela Olgun Amcaoğlu da UBP’nin başına geçip, Başbakan olabilir mi!!!
Bana kalsa hayda hayda olur, iki sene içinde de bu memleketi hem ekonomik olarak hem de diğer yönleriyle düze çıkarır ve bütün siyasiler içinde bunu yapabilecek vizyona ve yeteneğe sahip tek adamdır.
Şimdi bunu yazdım diye UBPli tanıdıkların bazıları bana veryansın edecekler, diğer partilerdeki tanıdıklar da geri durmayacaklar!
İdeal Başbakan adayımı kendimce buldum diyelim…
Gelelim benim ideal Cumhurbaşkanı adayıma…
Elimden gelse, Cumhurbaşkanlığı’nın kapısına kilit vururdum, kapatırdım gitsin.
Zaten Kıbrıs sorunu denen lanet olası sorunla ilgili görüşmelerde de görüşülecek birşey kalmadı, herşey söylendi, yazıldı, çizildi, geriye sadece iki tarafın da söylene söylene zoraki imzayı atması kaldı, onu da kimsenin atmaya niyeti yok…
Niyet olmayınca, bu saatten sonra da festivallerde kurdele kesmek, börek çörek yemek, beyhude laflar üretmek için Cumhurbaşkanı filan da seçilmez, kimse kusura bakmasın…